Terhisi ve İş Hayatı
Cahit Sıtkı,
terhisinden sonra İstanbul'a giderek ticarî işlerini Eminönü Yemiş semtindeki
bir yazıhanede sürdürmekte olan babasının yanında çalışmaya başlar. Onun ticarî
defterlerini tutmaktadır. Evleri ise Beyoğlu Firuzağa'da bir apartman
dairesidir. Fakat çok geçmeden kendini yeniden Beyoğlu’’nun bohem
yaşayışına kaptıran Cahit, bu durumun aile içerisinde uyandırdığı haklı
tepkileri bahane ederek başına buyruk yaşayabileceği bir pansiyona yerleşir;
“Cahit, tam istediği yerde, Beyoğlu'nun göbeğinde bir pansiyon
bulmuştu. Bugün bir kösesinde Kitap- saray'ın bulunduğu genişçe sokakta çok
gitmeden sağda, eski sağlam bir yapı, demir bir kapı. Merdiveni çıkar çıkmaz,
yani zemin katından sonra ilk kat. Büyük, çift kanatlı bir kapıdan girilince yüksek
tavanlı bir oda. Karşıya gelen cumba.
Solda karyola; sağda, yüksek, kendinden aynalı, konsol nev'inden mobilya.
Loşluğa göz alışınca, cumbanın içindeki minderin üstünde, yarısından çoğu
içilmiş bir rakı şişesiyle, yarısından çoğu okunmuş Fransızca bir şiir kitabı
ve.. Daha Otuz Beş Yas şiirini yazmamış
Cahit'in, meğer yarısından ne kadar çoğu yaşanmış ömrü...”
Cahit, bu
bekâr odasında "Garip Kişi” adlı şiirinde anlattığı garip bir kişilikle
yaşamaktadır. Akşamları duvar diplerine yığılıp kalacak derecede sarhoş,
gündüzleri, kendisini akşamları görenlerin tanıyamayacakları derecede farklı
bir kişiliğe bürünerek babasının yazıhane isleriyle meşguldür. Lâkin
"yalnız şiirle temas ettiği anlarda mesut olan insanlardan" olan
Cahit'in bu işi uzun müddet sürdürmesi beklenemezdi. Nitekim 1944 yılı
sonlarına doğru Anadolu Ajansı'nda mütercimlik yapmak üzere Ankara'ya gider.
Bir mektubunda;
"İs fena
değil; elime geçen para tam 157 lira dokuz kuruştur. Evvelsi akşama kadar
gündüzleri çalışıyordum. iki gündür gece mesaisi yapmaktayım, yani akşam
yediden gece bir ilâ bir buçuğa kadar çalışıyorum. Bu çalışma şeklinin daha çok
isime geldiğini takdir edersin. Bir kere akşamın o tehlikeli saatlerinde
meyhanede ifna-yı ten edeceğime Ajans'ta ıslah-ı hal ederim; saniyen bütün gün
boş olduğuma göre şiirle, hikayeyle ve tercümeyle uğraşmaya vakit
bulabilirim."
dediğine bakılırsa, Ankara'da bulunmaktan ve Oktay Rifat, Melih
Cevdet, Yasar Nabi, Şahap Sıtkı, Osman Attilâ, Ahmet Muhib vs. gibi sanatçı
dostlarla birlikte olmaktan memnun gibidir. "Bahar Sarhoşluğu" şiiri
böyle bir hava içinde yazılmıştır. Şâirin
ikinci kitabına adını veren "Otuz Beş Yaş Şiirinin yazılması da bu
dönemdedir. 1946‘da C.H.P.'nin açtığı ve 164 şiirin katıldığı şiir
yarışmasında bu şiirin birincilik ödülüne layık görülmesi, ilgilerin daha çok
Cahit üzerine yönelmesini sağlar. Aynı müsabakada Attilâ İlhan'ın ikinci, Fazıl
Hüsnü'nün üçüncü olması devrin edebiyat çevrelerinde tartışma konusu olur. Bu
hususta en güzel hükümlerden birini Orhan Veli verir:
"Fazıl
Hüsnü Dağlarca'yı yıllarca tanırız. Bir çok kitaplarını okuduk, üçüncü olması
hiç bir vakit birinciden pek aşağı bir
şâir olduğuna delalet etmez. Bu sözümüz birinciliği kazanan Cahit Sıtkı'nın da
hiç bir vakit birinciliğe layık olmadığı manasına gelmez.”
Şâirin
1933'ten 1946'ya kadar yazdığı şiirlerden 108'ini ihtiva eden "Otuz Beş Yaş"
Varlık Yayınevi'nin ilk kitabı olarak 1946 yılında basılır. Ziya Osman'a göre
bu kitap, "Varlık Yayınevi'nin uğurlu temel taşı” olmuştur.
Bu arada
Cahit'in hayatında arka arkaya görev değişiklikleri olur. Anadolu Ajansı'ndan
ayrılarak Toprak Mahsulleri Ofisi'ne, oradan da Çalışma Bakanlığı bünyesinde
bir mütercimlik kadrosuna geçer. Bu son görevi ile birlikte yaşayışına nisbî bir düzen de gelir:
"Artık, kısmen muntazam sayılabilecek bir hayat sürüyor,
ailesi ve babası ile görüşüyor, mektuplaşıyor, işine zamanında gidiyor,
zamanında çıkıyor, ancak aksam üstleri şaşmaz ve değişmez bir intizamla saat
altı sularında Ankara'da Büyük Postane'nin yanındaki Şükran Lokantası’na
devam ediyordu. Burası lokanta ile meyhane arası sevimli bir yerdi. Ancak 20-25
kişiyi alabilecek büyüklükte olan Şükran Lokantası'nın belli başlı müşterileri
şâirler, hikayeciler, gazeteciler ve sayıları birkaçı geçmeyen ressamlardan
ibaretti”.
Şâirin bu
tarz yaşayışı, evliliğine kadar devam eder.
"Yaşaması
bir kadehin karsısında şiir düşünmek, şiir söylemek, şiirden konuşmakla geçti. Otuz yıla yakın bir
zaman, bu her akşam saat dörtten, beşten gece yarılarına kadar böyle sürdü
gitti. Değişen sadece şehirler, semtler, dostları arkadaşları olmuştur.
Yaşayışının düzeni, şiire katıksız tutkusu başladığı gibi kaldı. Rahatça
açılacak bir dost, bir insan, şiir sözü etmek ya da yeni bir şirinizi okumak
için güvendiğiniz bir şâir ararsanız, şayet aynı şehirdeyseniz bilirdiniz ki gecenin hangi saatinde olursa olsun, yeri belli,
hemen bulabileceğiniz, dostluğun, şiirin nöbetini hiç kaytarmadan tutan bir
Cahit Sıtkı vardır. Böylece otuz yıla
yakın bir zaman, insanca, şâirce bir açılışa hazır, dakika kaybetmeksizin
havanıza uyabilecek durumda, bir meyhane masasında, çoğu kere camın önünde,
gözleri caddeye çevrili dost, şâir bekledi. İçki dostlukla şiirin içinde eridiği bir
havaydı onun için”.
Tanpmar'ın,
hatıralarında; "Daha o gece Cahit'in alkole bizden çok başka türlü, bir çeşit
ihtiyaçla gittiğini gördüm” dediği "ihtiyaç" nasıl bir şeydi? Cevabı
şâirden anlıyoruz:
"Akşamcı şiirimde, rakı içmekteki hakiki sebebin nağmesini
bulacaksın. Rakı içen ve bu kahrolası ihtiyacı duyan bir insan olmadığın için,
bu şiiri tadabileceğini pek zannetmiyorum. Halbuki mesela, birçok mısraları ağlayaraktan
yazılmıştır; ağlayarak veya gülerek, sen şiire, mısra, nağmeye bak; ki benim gözettiğim esas da bu."
Söz konusu Akşamcı şiiri;
Sana
başvurduğum akşamları.
Bunca yıllık
emektar kadehim.
Sadece hoşnut
olmadığımdan.
mısralarıyla
biter ki şairi kadehe sürükleyen sebep bir hoşnutsuzluktur. Bu yalnızlıktan, hasretlerden,
aradığı saadeti bir türlü ele geçirememiş olmaktan, bohemce bir hayatı sürdürüyor
olmaktan ileri gelmiş olabilir. Fakat her halde kendi ifadesiyle "hayatı
daha keşif yaşamak’ için hep şiir adına ve uğruna içtiği muhakkaktır.
Aslında
Cahit, daha askerliğinin son devrelerini yaşadığı Ilıca’da iken, babasının onu
kendisinin de tanıyıp takdir ettiği, edebiyat ve şiir meraklısı Diyarbakırlı
bir kızla evlendirmek istemesi üzerine bütün çılgınlıklara paydos demeye
hazırdır:
"işte bu
mesut evlenme işi tahakkuk ettiği takdirde bekârlık belâsı bir sürü kötü -kötü
demeye dilim varmıyor ya itiyada esaslı ve kafi surette "paydos"
demek icap edecek. Rüyalarıma girmemiş, girememiş bir saadet uğruna -hem de
böylesi bir saadet!- elbette ki dünyanın en akıllı, uslu kocası olmaya
amadeyim. Laissons faire le ternps et les evenements (Zamanı ve olayları
bekleyelim)”.
İlk defa
15.7.1942 tarihli Varlık’ta neşrolunan "Paydos" şiiri de aynı
duyguları anlatır. Mehmet Kaplan’ın da
belirttiği üzere; "Cahit Sıtkı’da aile hayatına karşı derin bir hasret
vardır. Sürdürdüğü bohem hayatından pek hoşnut değildir. Ve eninde sonunda
"Pek yakın bir gelecekte, aşılmaz bir müdafaa cephesi" kuracağından emindir.