Paris Devresi
Hikâyeler
yetiştirmek ve arkadaşı Ziya Osman'ı ziyaret etmek maksadıyla sık sık gelip
gittiği Cumhuriyet gazetesinde, Doğan Nadi ve Nadir Nadi ile tanışarak kısa
zamanda onların sevgi ve dostluklarını kazanmış olması, Cahit'e Paris yolunu
açar.
Ziya Osman’ın
"ilk heyecan ve hayretlere yorumlanarak mazur görülebilecek" dediği
bir kaç aylık bir susuş devresinden sonra Paris'ten aldığı ilk mektubun, 1
Şubat 1939 tarihini taşıdığı dikkate alınırsa, Cahit, 1938 yılı sonlarında
Paris'e gitmiş olmalıdır.
Cahit, daha
Paris'e gitmeden evvel orada neler yapacağına dair planlar kurmuştu. Bir yandan
Sciences Politiques'te öğrenimine devam ederek babasının o kadar arzu ettiği
yükseköğrenim diplomasını alacak, bir yandan da Cumhuriyet'e hikâyeler, edebî
makaleler yetiştirecekti. Bu yazıları hangi adla neşredeceğini bile düşünmüş,
bulduğu "Edebiyattan Yana" adını nasıl bulduğunu dostu Ziya Osman'dan
öğrenmek istemişti.
Paris'e
gidince "Sciences Politiques"e devama başlar. Bir yandan da geçimini
sağlamak üzere Paris Radyosu'nun Türkçe yayınlar servisinde spiker olarak görev
yapmaktadır. Radyodan aldığı para ile babasının her ay kendisine gönderdiği
elli lira, kendi tabiri ile. "fena para değil "dır. O sıralarda
Maliye tahsili için Paris'te bulunan Oktay Rıfat'la içtikleri su ayrı
gitmeyecek derecede yakın bir dostluk kurarlar.
Cahit'in
Paris'te geçirdiği süre, ömrünün belki en mesut dönemidir. Bulvarları, sanat
galerileri, kahvehaneleri, meyhaneleri, şâirleri ve kadınları ile gönlünce
tattığı Paris, ona sonsuz bir yaşama sevinci vermişti. Fakat çok geçmeden patlak
veren ikinci Dünya Harbi, şâirimizin ölüm korkularını da en kesif şekilde
duymasına yol açar. Hayat ve ölüm!.. Her an ölebilecegini düşünmek, Cahit'i
hayata daha çok bağlar. Dostu Ziya
Osman'a yazdığı bir mektupta;
"Cruel bir enthousiasm içindeyim. Bugün yarın ölmek pek
mümkün. Tayyare bombardımanları başladı. Ölmeden evvel kurtlarımı dökmek
istiyorum. Yaşamadın Don Juan'ıyım; hayatı her şeyiyle çok, ama pek çok seviyorum. Bu
akşamı tam olarak terennüm etmeden gümdürdeyip gidersek çok yanacağım, Ziyacığım
çok! " diyordu.”
Paris, onun
sanatını da hayli etkilemiş görünüyor;
"Bahar, harb, bir ay süren idyllique (sâirane) bir
aşk, Fransızca okumaktan mütevellit Türkçe yazmak ihtiyacım ve bütün bunların
beni extasedan
extase (cezbeye
varan bir hazz)a atması, tutuk dilimi çözüverdi, yazdım ve yazdım.
Şeklindeki ifadeleri de gösteriyor ki. Cahit'in şâiriiği Paris'te
verimli ve çok daha başarılı bir yola girmiştir. Ziya Osman, bu yıllarda
Cahit’in kaleminden "Kâh insanlığın talihi karsısında, kâh ölüm korkusuyla
yasama askı arasında, en insanca sesleri bulmuş şiirler çıkıyordu."'
diyor. Onun bu şiirlerinde tam manasıyla kendini bulduğunu ve tam Cahit Sıtkı
olarak yazdığını söylüyor ve ilave ediyordu:
"Paris'in en yüksek okullarından alınmış hiç bir diploma, paris'te
verilmiş hiç bir doktora vatanımız için bu şiirler kadar değerli olmamıştır.
Yazdıkları
arasında "Bugün hava Güzel", "Sı la","Kuşlar".
"Sulh Bir Hatıra Oldu", "Bir Haritam Vardı
Benim","imkânsız Dostluk", "Yanlış Bilmesinler Beni",
"Bir de Baktım ki ölmüşüm" gibi ölümle hayatın kucaklaştığı hakikaten
güzel şiirler vardı. En güzel aşk şiirlerinden biri olan, kaç neslin dilinden
düşürmediği, daha kaç neslin zevkle terennüm edeceği "Desem ki" şiiri
de orada yazılmıştı.
Bütün bu
şiirlerin ilk okuyucusu da elbet Ziya Osman’dı. Çünkü şâirimiz, bu
şiirlerinin müsveddelerini (henüz son şekillerini almamış bile olsalar) yazdığı
mektuplara koyuyor, onların doğuş sancılarını arkadaşı ile paylaşmaktan ayrı
bir zevk alıyordu.
Gültekin
Sâmanoglu, "Cahit Sıtkı Tarancı" adlı eserinde Cahit'in harb sebebiyle
Paris'te daha fazla kalamayışına "Daha nice güzel şiirleri orada kaleme
alacaktı." diye haklı olarak hayıflanır.” üstelik birkaç dersi kalmış
olmasına rağmen Ecole Sciences'dan da diplomasını alamayacaktır.